İnsanoğlu doğarken ağlar, sebebi zâhiren nefes almak içindir ama işin sırrı Öz’den (Essence) ayrılmak ve Madde hâline geçmektir (Substance). Erenler buna “ete kemiğe bürünmek” derler…
Yâni işin kökündeki en temel sıkıntı Ayrılmaktır: Separasyon Anksiyetesi; rahmi özleyecektir ve sık sık ağlayacaktır.
Bunu gördüm.
O özledikleri arasında bütün Kâinatların bilgisi vardır ama artık onları unutmuştur, hatırlamak için debelenip duracaktır: Anamnesis (setredilmiş: üstü kapatılmış) Hakikati, tekrar tekrar keşfetmek için mağaranın kapısına bak da bak…
Avanak avanak!
***
Elimde hediye olarak gelen birkaç şişe rakıyı poşette taşıyordum, psikiyatri asistanıydım. Mehmet isminde bir Diş Hekimi beni Eyüp’te bir toplantıya götürdü. Millî Görüş’le orada tanıştım.
Beyaz çoraplı, kahverengi ayakkabılı, kravatlı ama siyah renkte takım elbiseli kişi şöyle diyordu: “Artık, birtakım unvanlara kavuşmak, terfi etmek için bâzı derneklere üye olmak gerekmeyecek, üzerinde çalışıyoruz”.
Aynen öyle oldu!
***
O dönemlerde, doçentken, tek evlâdında Down Sendromu (Trizomi 21) olan Prof. Mim Kemâl Öke, TGRT’de, canlı yayında yeşil cüppeli, sarıklı bir adama yağlı ballı davrandığı için isyan ettim, “hocalıksa hocalık, en iyisini ben bilirim ve yaparım” diyor.
Vallahi doğru çünkü hâlâ öyle.
Ama sonra bana babasıyla annesini gönderdi, akabinde nedense sırra kadem bastılar.
Çırpınarak!
***
Aynı TV, aynı merkez binâsı ama bir gariplik var çünkü emekli bir öğretmen olan Patron’un, Gülben Ergen’le zinâ ettiği dedikodusu dönüyor.
İşi örtbas etmeye gayret ettikçe batağa dalıyor, Kara Delik sanki.
Haykırarak!
***
Gene TGRT’de şimdilerde çoktan rahmete kavuşmuş bir İlâhiyat Profesörü ile canlı yayında tartışıyorduk (böbrek yetmezliği sebebiyle Hindistan’da organ nakli yaptırmıştı ve bundan hicap ediyor, çılgınca harsa hizmet için çabalıyordu). Benimle ilgilendikleri için Yeşilköy’de yemeğe çağırmışlardı ve mükemmel bir sofraya oturduk. Tam muhabbete başlıyorduk ki, Ayhan Songar Hoca masayı teşrif etti, sahneyi benden çaldı, vuslat başka bir bahara kaldı.
Onlar da ben de kararlıydık, idarî binâda buluştuk, ortam sterildi.
“Tamam, devam” diye anlaşıyoruz.
Para pul yok!
Babamın sâyesinde doçent ve profesör olan Yaşar Nuri Öztürk’ü dâvet ettim televizyona çıkması için.
Yanımda büyük duayen ve efendilik timsali Prof. Dr. Özcan Köknel var; YNÖ daha ilk on dakikada kavgaya başlıyor. Özcan Hoca “siz hâddinizi çok aşıyor ve küstahlık ediyorsunuz” diye ayar çekiyor.
Ben de “sizi ben dâvet ettirdim, unuttunuz mu” diyorum.
YNÖ iyice öykeleniyor, saatlerce süren TV yayınında rating rekoru kırılıyor ve telefonu “küt” diye kapatıyor.
Üçüncü rauntta “knock out” yâni.
Akabinde babam dünyâya küsüp akciğer kanserinden elimde boyut değiştiriyor.
Ya şimdi?
YNÖ, Edep Ayarı Bozuk Kadın’la TV’lerde kendini teşhir ediyor.
Çırpınarak!
***
Gene duayen bir Ruh Hastalıkları Uzmanı, övüne övüne numaradan hastaymış gibi yapan bir herifi nasıl elektroşok yapa yapa adam ettiğini anlatıyor.